GIDA BİTKİLER VE TOKSİNLER

  1. Ana Sayfa
  2. Gıda Bitkiler ve Toksinler

Açlık ve Uyku

C. Marinac (JAMA 2016) adlı araştırıcı, şeker hastası olmayan (diyabeti olmayan) meme kanseri tedavisi görmüş 27-70 yaş arası, 2413 hastayı takip edilerek yapmış olduğu ilginç bir araştırma mevcuttur. Bu çalışmada 1995-2007 yılları arasında hasta grubu toplanarak yapılmış ve son veri Ekim 2015’te alınmıştır. Burada sınır değer olarak gece boyunca kesintisiz toplam 12,5 saat aç kalma süresi sınır olarak kabul edilmiştir. Bu sürenin altında aç kalan kişilerde meme kanseri nüksü %36 oranında artmış bulunmuştur. Burada bize eklenen yeni bilgi, uzun açlığın istatiksel olarak kan şekerini düzgün tutması, insülin rezistansını azaltması (HgA1c değerini) ve uyku kalitesini arttırmasının meme kanseri tekrarını azaltmada etkili olduğu düşünülmüştür.

16 saatten uzun süren açlığın şeker dengesini koruması, kilo almayı engellemesi, yüksek yağlı diyetten koruması, özellikle uykunun kalitesini arttırdığı farelerde gösterilmiştir (Hatori and Chaix Cell Metab,2012). Ayrıca uzun süren açlık ve kaliteli gece uykusu kan iltihab puanı sayılan CRP’yi düşürmektedir (Marinac PLoS One 2015). Uykunun önemini anlatan diğer bir çalışma ise örneğin ayda 3 gece çalışmak bile kadınlarda meme kanseri riskini arttırdığı gösterilmiştir (Schernhammer ,JNCI 2001,Megdal EJC 2005)

L .Raffaghello (PNAS 2008), farelerde yaptığı çalışmada, açlığın yüksek doz kemoterapi uygulandığında, sağlıklı hücrelerin kemoterapi yan etkisinden korunduğunu ve kanser hücrelerinin ise korunmadığı yani kemoterapiye hassas olduklarını göstermiştir. Bu ilginç çalışma sonrası insanlarda Faz 1 diyebileceğimiz çalışma gelmiştir.

F Safdie (Aging 2009,Albany) ve ark. yaptığı çalışma ise 10 tane kemoterapi alacak onkoloji hastası, kemoterapi öncesi 48-140 saat kadar aç bırakılmış (su serbest) ve standart kemoterapileri verilmiştir. Karşılaştırmalı bir çalışma değildir ve birçok kemoterapi rejimini içermektedir. Yine de buna rağmen bulantı, saç dökülmesi, ağız kuruluğu, karın krampları, baş ağrısı daha az olmuştur. Sayı az olduğu için istatiksel fark değerlendirilememiştir. Uzun vadeli gerçek klinik çalışma şu anda Avrupa ve A.B.D’de (0S-08-9 and 0S-10-3) yürütülmektedir.

Akupunktur

Geleneksel Çin tıbbının 4000 yıldır uyguladığı tamamlayıcı (complementary) bir tedavi metodudur (O’Connor,1981). Akupunktur noktaları denen noktalara, iğne, parmakla bası uygulama veya sıcak uygulama (moxibustion) ile yapılan metoda denir (PDQ,2017 NCI).

Amerikan Gıda ve İlaç dairesi olan FDA, tıbbi cihaz olarak akupunkturu 1996 yılında onaylamıştır. Kanserde kullanım alanı çok çeşitlidir: yorgunluk, sıcak basmaları, ağız kuruluğu, nöropati, kaygı bozukluğu, depresyon, uyku bozukluğudur. 360 nokta uygulama için kullanılır. Anadolu’da kullanılan kupa çekmek de bölgesel kan akımını arttırdığı için akupunktur sayılmaktadır.

İkna edici en önemli bilimsel çalışmalar, kemoterapiye bağlı bulantı, kusma bozukluğunda etkili olduğunu gösterenlerdir (Ezzo,JCO.2005)

Diğer tamamlayıcı tıbbi kullanımlara göre memnuniyet verici olarak çocuklarda da güvenlidir. (Kemper,Pediatrics.2000)

Kullanılan iğneler paslanmaz çelik 0,22 mm ile 0,25 mm çapındadır. Akupunktur noktalarına biriken enerji, iğneler yoluyla alındığı,boşaltıldığı düşünülür. Mekanizmanın gerçekten bilimsel olarak nasıl işlediği konusunda ikna edici ve kanıtlayıcı bir hipotez ortaya konulamamıştır.

Astımda kullanıldığında, karşılaştırmalı klinik çalışmada kandaki iltihap proteinleri (IL-1;IL-6;IL-17;TNF) ikna edici düzeyde azalttığı gösterilmiştir.(Joos,JCAM.2000)

Mide kanserinde ağrıya yönelik yapılan akupunktur karşılaştırmalı klinik bir çalışmada etkili olduğu görülmüştür (Dang,J T ChinMed.1998).

Fransa’da yapılmış çok değerli bir karşılaştırmalı (randomize) çalışmada kulak akupunturu ağrı kontrolünde etkili bulunmuştur. (Alimi,JCO.2003)

Meme kanserinde ise yapılan çalışmalarda, kullanılan ilaçların yaptığı kas kemik ağrılarına karşı ise etkili bulunmamıştır (Crew,JCO.2010,Oh,Ac Med 2014)

İlaçlara bağlı sıcak basmasında ise karşılaştırmalı çalışmada faydalı bulunmuştur (Bao,Cancer.2014)

Ağrı konusunda başarı bekleyeceğimiz akupunktur, akciğer cerrahisi sonrası karşılaştırmalı 106 hastada yapılan klinik çalışmada (Deng,J Thor C Surg.2008) ise yararsız bulunmuştur.

Kansere bağlı yorgunluğa iyi geldiğine ait karşılaştırmalı olumlu bir yayın mevcuttur (Molassiotis,JCO.2012)

Baş-boyun kanserlerinde radyoterapi ile ağız kuruluğunun (Xerostomi) çok olduğu ve rahatsız edici olduğu bilinmektedir. Ne yazık ki faydası görülmemiştir.(Bloom,1996.Cho.2008)

Akciğer kanserinde nefes darlığı hissinin azaltılmasında morfin kadar etkili bulunmuştur. (Minchom,EJC.2016)

Kansere bağlı inatçı hıçkırık ta kullanılabileceği (Choi,CTM.2012), kansere bağlı ağrıyı azaltabileceği(Chiu,EJCC.2017) yine olumlu olarak gösterilmiştir.

Sonuçta ,en azından zararsız diyebileceğimiz bir metottur. Ağrı için özellikle tercih edilebilir.

Ankaferd Bloodstopper (Kan durdurucu)

2008 yılında ilk defa 5 bitkinin karışımı olarak Türkiye’den kan durdurucu olarak H.Cahit Fırat tarafında geliştirilmiş ve H. Göker tarafından 2008 yılında (JIMR’de) bilimsel yayın ile tanıtılmıştır. Kanama durdurucu olarak Sağlık Bakanlığı’ından onaylıdır. Seruma katıldığında albümin ve globülin değerlerini düşürmektedir. Kan durdurucu mekanizma olarak pıhtılaşma proteinleri ile değil eritrosit (alyuvar) kümeleşmesini arttırarak etkili olmaktadır. Bahsedilen bitkiler şunlardır.

  • 1.Thymus vulgaris (Kekik)
  • 2.Glycyrrhiza glabra (Meyan)
  • 3.Vitis vinifera (Siyah Üzüm)
  • 4.Alpina officinarum (Havlıcan)
  • 5.Urtica dioica (ısırgan)

Birçok cerrahi işlemin kanamasında yararlı olduğuna dair yayınlar vardır. Örneğin, burun kanamasında (MKelleş 2016), Varis kanamsında (Y Beyazıt 2012), bevasizumaba bağlı kanamada (N Özdemir 2011), hemofilili hastaların diş çekiminde bile kanamayı azalttığı (H Kazancıoğlu TJH,2013) klinik çalışma ile gösterilmiştir. Divertikülit kanamasını azalttığı (E.Aslan,TJG 2013), koyunlarda, dalak atar damarına (arter) verildiğinde atardamarı tamamen tıkayabildiği gösterilmiştir (O.Koç Diag Inter Rad 2016). Endokskopik olarak kanser kanamalarında topikal (yerel) uygulamanın yararı gösterilmiştir (M.kurt,DLD;2010). Transradial (ön koldan yapılan) anjiografi girişimlerinde kanamayı azalttığı karşılaştırmalı çalışmada gösterilmiştir. (S.Görgülü,JIC;2018)

Kanser hastalıklarında kullanımı ile ilgili hiçbir yayın yoktur. Kemoterapötik ilaç ile olan etkileşimi anlatan yayın yoktur.

Kanser hastalarında kan pıhtılaşması istenmeyen bir durumdur ve her zaman tümörün salgıladığı ürünler (sitokinler) nedeniyle zaten pıhtılaşmaya eğilim çok yüksektir (Prodger, 2018; Elalamy, 2017; Voitlaender, 2018). Bu bilgiye dayanılarak, literatür bilgisinide eklediğimizde, kanama dışında kullanılmasını önermek uygun olmaz.

Balık Yağı (Omega-3)

Balık yağı hapı, sık kullanılan bir üründür. Bilimsel verilerin daha olgunlaşmadığını söyleyebiliriz. Olumlu ve olumsuz yayınlar birbirini takip etmektedir. Antioksidan olarak kullanılan tüm ürünler kabaca kemoterapötik ilaçların etkinliğini azaltmaktadır. Kemoterapi ilaçları serbest oksijen radikalleri üreterek tümörü öldürür. Antioksidanlar ise bunun etkisini ortadan kaldırır. Örneğin meme kanserinin önemli bir ilacı olan adriamisinin etkinliği omega-3 yağ asidi ile azalmaktadır (Hsu, J Bio Sci.2014 ve Tulubas, Tox Ind health 2015). Klinik çalışmadan örnek vermek gerekirse,

61 hastalık karşılaştırmalı bir çalışmada (Miyata,Nutrition.2017) Omega-3 kullanan özofagus kanserli (yemek borusu) ve kemoterapi alan hastalarda, kemoterapiye bağlı sadece ağız için yaralarda (stomatit) azalma olduğu bildirilmiştir. Uzun vade de kemoterapi yanıtını olumsuz etkiliyor mu bilemiyoruz. Tümör yanıtını da arttırdığına ait herhangi bir bilgi elde edilememiştir.

Bir başka çalışmada (Camargo, Nutr Cancer 2016) 9 hafta boyunca günde 2 gram balık yağı kolon kanserinde tümör ilerlemesini 30 hasta ile kara vermiş(?), çalışmaya baktığımızda elmalar ile armutlar bir sepete konmuştur. Ne gruplar eşittir, ne hastalık evreleri. Bu yazı sonuçta dikkate alınmamalı ve bu yazıya bakarak karar vermemeliyiz. Her yayınlanan bilimsel çalışma ,doğru metod ile yapılmış olmayabilir.

Genel olarak omega-3 bazlı balık yağı hapları iştahı arttırmaktadır (Dambsbo-Svendsen,2013).

Kanser hastalarında yapılan karşılaştırmalı çalışmada ise (Bruera,JCO.2003) balık yağı hapı iştah, yorgunluk, bulantı açısından ek bir fark yaratamamıştır.

Sayı olarak az, karşılaştırmalı bir akciğer kanseri tedavisinde (Murphy,Cancer.2011), 31 hasta normal kemoterapi, 15 hasta kemoterapi ile balık yağı almıştır. Balık yağı hapı alanlarda yanıt oranları istatiksel olarak daha iyi olmuş. Çalışmada her iki grubun akciğer evreleri eş olmasına rağmen; radyoterapiden en çok faydayı görecek olan Evre III kanserli hastaların bu standart tedaviyi alıp almadıklarına dair ve ilk basamakta aldıkları ilaç çeşitlerinin aynı olup olmadıkları hiç bilgi belirtilmemiştir. Hasta sayısı da değerlendirme için çok azdır.

Yine bir başka çalışmada (Fearon,Gut.2003) 200 hastada randomize (doğrudan karşılaştırmalı) çalışmada balık yapısından zengin protein ve enerji içecekleri kanser hastalarında ek bir kilo yararı sağlayamamış ve başarısız kalmıştır. Yazar pilot çalışmadaki başarı, karşılaştırmalı çalışmada gerçekleşememiştir diye not düşmüştür. Pilot çalışma (Barber,BJC.1999), 20 hastalık pankreas kanserinde yapılmış. Balık yağından zengin ağızdan içeceklerle kilo alan hastalara dayanılarak bu hipotezden gidilmiştir. Fakat karşılaştırmalı çalışmaya iş gelince (yani ‘’ER MEYDANINA’’ çıkınca) işler yürümemiştir. Bu da bize karşılaştırmalı çalışmaların ne kadar önemli olduğunu anlatmaktadır.

Black Cohosh (Karayılan otu=Kadın otu)

Meme kanserli hastalarda kullanılan ilaçlar (tamoksifen,…), menapoza sokabilmekte veya menapoz semptomlarının arttırabilmektedir. Sık kullanılan bir üründür. Menapoz bulgularına iyi gelmediği ve kan menapoz hormon seviyelerine bile ölçümde olumlu bir değişiklik gözlenmemiş (Jacobson,JCO. 2001;Pockaj JCO 2005)

Buğday Çimi

Buğday çimi için çok fazla hastalığa iyi geldiğine dair bir kanı vardır fakat literatüre baktığımız yapılan bilimsel çalışması çok azdır. Sadece hayvan çalışmalarında kanser korunmasında kullanılabileceğine dair kanıtı çok düşük veriler sunar. Özel bir yan etkisi bilinmemektedir (Bar-Sela.Mini Rev Med Chem 2015).

Buğday çimi, mineral içeriği özellikle demir, fosfor, magnezyum, manganez, bakır, çinko,vitamin E gibi antioksidanlar da içerir. Bu yüzden yüksek tedavi gücü olabileceği belirtilir (M.S.Khan.J Ph Bio Sci. 2015)

Fakat burada kendi içinde çelişen bir durum mevcuttur. Yüksek antioksidan içeren ürünlerin kanser tedavisinde kullanılması aslında mümkün değildir. Çünkü kemoterapi ajanları serbest elektron (oksidan) üreterek kanser hücresine zarar verirler.

S.Dey adlı araştırıcı da Hindistan’da buğday çimi suyunun, son dönem kanser hastalarında kırmızı kan seviyesini arttırdığını iddia etmiştir. Çalışması bir özet olarak sunulmuş, hiçbir zaman makaleye dönüşmemiştir. Kanser grupları çok çeşitlidir. Alan ve almayan karşılaştırılmamıştır. (ASCO.2006 Abstract:8634) Bilimsel açıdan dikkate alınmaması gerekir.

Buğday çimini kanser tedavisinde destek veya tedavi amaçlı öneren hiçbir kanıt ve klinik çalışma mevcut değildir.

Canabis

Canabis (Cannabis, Marijuana): Hastalarımız ve yakınları tarafında en sık sorulan sorulardan biridir. Canabis’in yararlı olduğu konusunda olumlu görüşler istenmektedir. Öncelikle belirtilmesi gereken en önemli husus, kullanılması yasak bir üründür. Reçete edilmesi 1942 yılında A.B.D.’de yasaklanmıştır. 1951 yılında ise narkotik ilaç kapsamına alınmıştır. 1978 yılında ise araştırılması (sadece bilimsel amaçlı) yapılabilecek gruba alınmıştır. Bu çalışma kapsamında beynine etki ettiği nokta CB1 ve CB2 algaçı (reseptör) 1988 yılında bulunmuştur.

Tıbbi amaçla 3.000 yıldır uygulanmaktadır. Psikoaktif maddeler içermektedir. Kanserde bilimsel olarak en çok çalışıldığı konu kusma, iştah ve uykudur (PDQ, NCI.2017 ve Abrams, Curr Oncol.2016)

Klinik çalışmaları özellikle nörolojik hastalıklarda karşılaştırmalı çalışmalardır ve beyin felci geçirenlerde özellikle kas spazmını rahatlatmak için tıbbi amaçlı kullanım ile ilgili yayınlar mevcuttur.

Onkolojide klinik çalışma tektir ve bulantıya katkısını araştırmış (Hutceon,EJCancer Clin Oncol.1983) yüksek nörolojik yan etki nedeniyle önerilmemiştir.

Haziran 2018 tarihinde Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi çok nadir görülen iki epilepsi türü için (Lennox-Gastaut sendromu ve Dravet sendromu) canabidiol içeren ''epidiolex'' adlı ilacı tedavi amaçlı onaylamıştır.

Onkolojide bir yararını gösteren klinik bir çalışma mevcut değildir.

Çin Bitkileri Karışımı
(Chinese Herbal Medicine)

Çin bitkisel ilaçlarının tamamını inceleyen bir makalede, 646 makaleden ancak 8 tanesini doğru metodoloji olarak değerlendirmeye alınmış ve 6 tane bilimsel makale ancak değerlendirmeye değer bulunmuştur. Makale kemoterapi ve radyoterapiye bağlı kemik iliği baskılamasına iyi gelip gelmediğini bakmışlar. Karşılaştırmalı tüm çalışmaları derlemişler.

Sonuş kemik iliği lökosit değerlerini koruyabildiği ama alyuvar(eritrosit) ve kan pulcuğu (trombosit) değerlerine etki etmediği gösterilmiştir. (Youji,and Jia .Evi B Comp Alt Med 2015). Diğer bir çalışma ise çift kör karşılaştırmalı yapılmış (yani hastalar ne ilaç aldığını bilmeden) 120 hastada ve kemik iliğine hiçbir olumlu yararı olmamış ama sadece kemoterapiye bağlı bulantıyı bir miktar kesmiştir. (Mok,Ann Oncol.2007). Burada ayrıca dikkat etmemiz gereken konu doğru metodoloji ile yapılan çalışma sayısının ne kadar az olduğunu dikkat çekicidir.

Daikenchuto

Japonya’da bağırsak tembelliğinde kullanılan bir bitkisel ilaçtır. Çalışmaya, mide kanseri nedeniyle ameliyat olmuş 195 hasta alınmış, ameliyat sonrası bir gruba Daikenchuto(15 gr/gün), diğer gruba ise standart tedavi uygulanmıştır. Bu bitkiyi kullananlarda bağırsağın toparlanma süreci anlamlı olarak daha iyi çıkmıştır. (Yoshikawa,J Am Coll Surg 2015). Aynı çalışma aynı metodla 336 kişi ile kolon kanserinde yapıldığında bağırsak hareketlerini düzeltmediği gösterilmiştir. (Katsuno Jpn J Clin Onco 2015)

Deve Dikeni (Milk Thistle)

Karaciğer ve safra kanalı hastalıklarında tercih edilen bir bitkidir (Saller,Drugs.2001) Etken maddesi silmarin (silymarin ve silybin)dir. Kemoterapiye bağlı karaciğer hasarını hafiflettiği söylenir. Hücre kültürü çalışması çok olmasına rağmen, çok az klinik çalışma vardır ve olumlu yöndedir.

Yapılan klinik bir çalışmada, baş-boyun kanseri için uygulanan ve radyoterapi alan hastalarda ağız içi stomatit dediğimiz yaraları karşılaştırmalı çalışmada azalttığı gösterilmiştir. Günlük toplam doz radyoterapi boyunca 420 mg’dır. Toplam 27 hasta alınmasına rağmen sonuç olumlu çıkmıştır. (Elyasi,Phytother Res. 2016)

Lenfoblastik tümörü olan 50 çocuk hastada, çift-kör randomize yapılan çalışmada (çok değerli bir klinik çalışma metodu), 5 mg/kg başına silmarin, 4 hafta kullanımın kemoterapiye bağlı karaciğer değerlerini düzelttiği ve yan etkilerde artış olmadığı saptanmışır (Ladas,Cancer.2010).

D Vitamini

Bir konuyu ayrıntılı incelemeye kalktığınız zaman yararlı ve yararsız olduğunu gösteren bilimsel yayınları beraberinde görüyorsunuz ve bu da konu hakkında karar vermenin veya birine bir şey tavsiye etmeninin ne kadar ciddi sorumlulukları olduğunu göstermektedir.

D vitamini ve kanser hastalıkları arasındaki ilişki birçok araştırmaya konu olmuş ve değişik veriler elde edilmiştir.50.623 hastanın verileri toplandığında yaşlı kadınlarda kanseri önlediğine dair önemli bir kanıt elde edilememiştir. (Blejakovic,Coch Dat Syst Rev.2014)

Yine yapılan randomize (karşılaştırmalı) çalışmada ki bu çalışma metodoloji olarak çok değerlidir, 55 yaş üstü 2.303 kadında günlük 2.000 ünite D vitamini alımının kanser oluşumunu azaltmadığı gösterilmiştir. (J.Lappe ,JAMA 2017)

Yine 225.212 hastanın katıldığı NHANNES III çalışmasında (1988-2006)kansere bağlı ölüm oranını azaltmadığı bulunmuştur. (Friedman,Can Res.2010)

Bu çalışmalarda yaş önemli bir etkendir.Genetik değişiklikler olduktan sonra belli bir yaş üstü D vitamini takviyesinin çok önemi olmadığı şeklinde yorumlanabilir veya D vitamini takviyesi çok erken yaşlarda başlanması bazı makalelerde tavsiye edilmektedir..

D vitamini kan seviyesi eksik olanlarda ,diğer tüm hastalıklar ile olan ilişkisi kuvvetlenmekte ve arttırmaktadır.İlginç bir şekilde, 9,5 yıllık takip ve 3.292 kişi ile yapılan çalışmada ,D vitamini kan seviyesi düşük olanlarda genel olarak tüm hastalık gruplarında(sadece kanser değil) ölüm oranın arttığına dair kuvvetli veriler mevcuttur ve bu sitatiksel olarak anlamlıdır. (K.Umehara Circ Journal . 2017)

Eğer tanısı olan ve takipte bir kanser hastası iseniz,kanda seviyeniz düşük ise alacağınız D vitamini olumlu katkılar verebilir.Baş-boyun ve yemek borusu kanseri olan hastalarda eksik olan D vitaminin takviyesi hastalık tekrarını azaltmaktadır. (A Fanidi.Sci.Rep. 2016)

Malign Melanom adlı cilt kanseri olan hastalarda tanı anında kan D vitaminin düşük olduğu gösterilmiştir (Otani, Br J Can.2007) (Gambichler,Br J Derm. 2013)

Malign Melanom hastalarında cerrahi olduktan sonra D vitaminin kan seviyesini takip edilerek düzenli verilmesinin hastalık nüksünü geciktirdiği, ölüm riskini düşürdüğü düşünülerek bir çalışma başlatılmıştır (RP Saw BMC Cancer 2014). Çalışmanın 2017 itibarı ile sonuçları açıklanmamıştır.

Meme kanserinde ise ameliyat öncesi kemoterapi ile birlikte verilen D vitaminin, kemoterapinin yaptığı etkinin üstüne bir şey eklemediği karşılaştırmalı çalışma da gösterilmiştir (Clark, Cancer Med.2014). Diğer bir ifade ile D vitaminin kemoterapinin yerine geçemediği anlaşılmış oldu. Vitamin, bizde beklentileri arttıran bir kelimedir ama ne yazık ki çoğu kez işe yaramıyor.

Yine başka bir çalışma da, meme kanseri hastası iseniz kan D vitamini seviyeniz düşükse, normale çevirmek faydalı olabilmekte ve hastalık nüksünü azalmasına katkıda bulunabilmektedir (S.Yao JAMA Oncol 2017)

Aynı yarar cerrahi sonrası izlenen Evre III Kolon kanserli hastalarda görülmüştür (Fuchs, Ann Oncol .2017)

Echinacea

Grip için neredeyse tek ilaçmış gibi bilinen, hazır çayları olan bu ürün tüm dünyada çok sık kullanılan bir üründür.

Bilim bu konuyu merak etmiş ve karşılaştırmalı çalışmalarla en iyi dergilerde sonuçlarını yayınlamıştır. 719 hasta ile yapılan çalışmada ne hastalığın oluşma sıklığını engellemiş ne de iyileşme sürecini kısaltmış. (Barrett,Ann Intern Med.2010). Çocuklar da ise 2-11 yaş grubunda 707 hastada karşılaştırmalı ve ileriye yönelik izlenerek takip edilmiş. Grip bulgularına iyi gelmediği gibi, cilt döküntüsünü de arttırmıştır (Taylor,JAMA.2003). Diğer bir çalışmada ise 437 gönüllü üzerinde yapılan çalışmada grip koruması sağlamadığı ortaya çıkarılmıştır (Turner,N Engl Med.2005)

Endokrin Bozucular

Endokrin bozucular (Endocrine disruptors), vücudumuzda ve doğal yaşamda, endokrin sistemini, üreme sistemini, nörolojik fonksiyonları ve bağışıklık sistemini bozan kimyasallara verilen ortak addır. (USA/NHIES 2017.www.niehs.nih.gov)

Bunların en çok bilineni, dioksin (dioxin), pestisid (böcek ilacı) ve yumuşatıcı (plasticizer) dediğimiz (örneğin bisphenol A gibiler) ürünlerdir. Plastik şişelerde, deterjanlarda, konserve metal kutularda, kozmetiklerde, plastik oyuncaklarda bulunurlar.

Nasıl Çalışırlar?

Etki mekanizmaları, kimyasal bileşiklerin hormonlarımızı taklit edecek yapılarda olmasıdır. Östrojen, androjen ve diğer hormonları taklit edbilirler. Bilgisayarlara virüs bulaşması gibi düşünebiliriz.

Dioksinlerin daha çok çalışıldığı ve halk sağlığı açısından önemsendiği konular, anne karnındaki çocuğun (fetüs) bunlara maruz kalarak, kalıcı ve çok sonradan çıkabilen hastalılara öncülük etmesidir. Örneğin anne karnında iken maruz kalınan DDT (böcek ilacı) alan kişilerin çocukları takip edildiğinde bu kişilerde ileri ki yaşlarda hipertansiyon olma olasılığı daha yüksek bulunmuştur. (La Merrill,Environ Health Perspect.2013)

Ayrıca obeziteye (şişmanlık) yol açan metabolik bozucular (metabolic disruptor) olarak tarif edilen yine dietilsitilbestrol, bisfenol A, perfloro-oktanatlar, fitalatlar, tributilinlerin deneysel modellerle şişmanlığa yol açtığı tespit edilmiştir. (Heindel,Environ Health.2015)

Dioksin ise doğada kimyasal olarak uzun süre dayanıklı kalabilen, özellikle plastik atık ürünlerin yakılması, hayvansal gıdalarda, orman yangını veya volkanik duman ile ortaya çıkan yüzlerce kimyasalın (polychlorinated dibenzo para dioxins (PCDDs) and polychlorinated dibenzofurans (PCDFs) ortak adıdır. En toksik olan ürünü TCDD yani 2, 3, 7, 8-tetrachlorodibenzo-p-dioxin‘dir. Vücutta 7-10 yıl kalabilmektedir. Gıda zincirinde de birikme ihtimali çok yüksektir. Toprakta, balıkta, gıdada yüksek oranda iken bitki su ve hava da daha azdır. İnsanda bu en çok et ürünleri, kümes ürünleri, balık gibi ürünlerle bulaşır (WHO,Ekim 2016)

Kadmiyum, toksik bir elementtir ve endokrin bozucu kabul edilir. En çok gıda ve sigarada bulunur. Yarı ömrü kanda 3-4 aydır, fakat dokularda 10-30 yılı bulabilmektedir. (Elinder,Tox Epid Stdy.1986;Jarup,Scand J V Env Health 1998.). Kadınlarda kadmiyum zehirlenmesi daha sık olmakta ve üreme organlarında birikibilmektedir. Bu da endometrium ve meme kanserine neden olabilmektedir.( Akesson,2008;Navrot,Lancet Oncol 2006)

Epigallocathechin-3-gallate (EGCG)

Bu çalışma onkoloji ile ilgili değil ama çalışma dizayn ve planlama olarak ve gösterdiği yarar açısından okuyucularımıza iyi bir örnek oluşturacağını düşündüğüm için ekledim.

Özellikle yeşil çayın içinde bulunan Epigallocathechin 9 gram/gün olarak 12 ay boyunca 43 Down sendromlu çocuğa, karşılığında 41 Down sendromluyada placebo (boş hap) verilerek planlanmış bir çalışma var elimizde. 12 ay boyunca kafeinden arındırılmış olan bir Epigallocathecthin verilmiş. Epigallocathechin, dürtü kontrolü, uyumlu davranış, görsel hafıza gelişiminde yararı istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (Torre,Lancet Oncol 2016).

Bir kez daha ifade etmemiz yararlı olacaktır. Bilim bitkisel ilaçlara karşı değildir. Doğru çalışma metodu ile hem yarar anlaşılır, hemde zararı anlaşılacaktır.

Fruktoz

Karbonhidratlar, bitkilerde ve hayvanlarda çok önemli görevleri vardır. Bitkilerde glikoz fotosentez ile karbondioksit ve sudan elde edilir, nişasta olarak depolanır. Hayvanlarda ise aminoasitten karbonhidrat sentezlenebilir olmasına karşın, kaynak olarak çoğunlukla bitkiden temin edilir. Sindirimle alınan tüm şekerler, nişastalar parçalanır ve son ürün olan glikoz elde edilir. Glikoz, geviş getirenler dışında memelilerde vücudumuzun ana yakıt maddesidir. Şekerlerin vücutta ve hastalıktaki önemini anlamaya çalışan bilim dalına Glikobiyoloji adı verilir.

Meyve şekeri diye bilinen fruktoz ise bal, meyve suyunda, pancar şekerinde, şeker kamışı şekerinde ve gıda üretiminde glikoz şurubun enzimatik izomerizasyonu ile elde edilerek bulunur. (Harper’s Biochemistry.2015)

Dornas (Adv Nutr.2015) yapmış olduğu derlemede eskiden taze meyvedan elde edilen früktoz şekerinin A.B.D.’de 16-20 gr/günlük alımı olduğunu, daha sonra gıda enstrüsündeki değişiklik nedeni ile bu oranın 60-150 gr/güne çıktığını belirtmektedir. İzomerizasyon, ayrıştırma ve kristalizasyon teknolojilerinin gelişmesi ile mısırdan früktoz şurubu elde etmek kolaylaşmıştır (Hanover,AJCN.1993). Nitekim 1980’lerde gıda endüstrisine çok hızlı bir şekilde girmiştir. Sukrozdan (1 glikoz+1 frruktoz=2 şeker birimim) 1,5 daha tatlı ve pahalı değildir. Fruktoz iki şekerli dediğimiz disakkaritten(örneğin sukroz) gelir.Disakkarit parçalandığında bir glikoz ve 1 fruktoz olur. Emilimi, insülin ile olmaz. Doğrudan ve sadece karaciğerde kolay depolanma özelliği vardır ve kolaylıkla trigliserid denilen bir yağa dönüşümü, glikozdan hızlıdır. Glikoza oranla sürpriz bir şekilde daha yağ oluşumunu arttıran dediğimiz lipojenik (Jeppesen .AJCN.1995) özelliği vardır ve daha fazla diabetiktir (Abraha(BrJCN 1998). Hipertansiyona eğilimini arttırmaktadır.

Bray (AJCN 2004) ise yaptığı çalışmada Amerikan Gıda ve Tarım bakanlığı verilerine dayanarak früktoz içeren mısır şurubun tüketiminin 1967 ‘den 2000’li yıllara doğru artış >1000% üzerinde artış olduğunu belirtmektedir. Mısır şurubu şu anda kalori içeren içeceklerin tatlandırılmasında >40% üzerinde kullanılan bir üründür. Glikozdan farklı olarak früktoz insülin ve leptin salgısına yol açmadan (doygunluk ve/veya açlık hissi yaratmadan) doğrudan depolanmaktadır. Böylece içeceği tükettiğinizde vücut, ne kadar kalori aldığını hesaplayamamaktadır. Kalori aldığınızda doygunluk hissi olmamaktadır. Bu yüzden makale A.B.D.’deki şişmanlığı önemli etkenlerinden biri olarak früktozu görmektedir.

Fruktozun doygunluk hissi yaratmaması gıda endüstrisinin sevdiği bir özelliği de olabilir diye düşünüyorum.

Fruktoz kaynağı olan meyveları değerlendirdiğimizde kurutulmuş meyvelar sürpriz bir şekilde, daha fazla ve çok yüksek antioksidan içermesi nedeni ile (Vinson,Am J Coll Nutr.2005) çok özel ve önemli bir yere sahiptir. JA Vinson ayrıca en yüksek antioksidan olarak 4 saat sonra kanda en yüksek seviyeye ulaşan inciri ise birinci sıraya koymuştur.

Non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı (NAFLD) früktoz tüketimi ile rahatlıkla oluşabilmekte ve yağlanma, karaciğerde bağ dokusunda artış, siroz üzerinden karaciğer kanserine yatkınlık yaratabilmektedir (Conlon,Nutrients. 2013). Sadece früktoz ile beslenen Zebra balıklarında bile karaciğer yağlanması görülmüştür.(Sapp,Hepatology.2014)

Fruktoz ile doğrudan kanser arasındaki bağı araştıran makale sayısı gerçekten çok çok azdır (Bartrina.2013). Aslında etki, doğrudan değilde dolaylı olarak şişmanlığın (obezitenin) artması ile de gelebilir. Wang ise (Scan J Gastro 2014) yapmış olduğu toplumsal çalışmada, sigara içen ama alkol almayanlarda kolorektal kanser riskinin früktoz alımı ile artığını görmüştür.

L Jiao (C Epi Bio Prev 2009) çalışmasında, çalışmaya katılan 482.362 kişi arasında pankreas kanseri olan 1151 kişinin gıda alışkanlıkları dikkate alınmış, pankreas kanser riskini arttırdığını toplumsal gözlem çalışmasında göstermiştir. Bunu destekleyen ikinci bir çalışma laboratuvar çalışmasıdır Liu Haibo(Can Res 2010)’da pankreas kanserine yatkınlık yaratabileceğini göstermiştir.

Kurutulmuş meyve ise yoğun antioksidan içeriği ile kendimize bir çok yönden tavsiye edilebilir diye düşünüyorum.

Gingerol

Zencefil türevleri yine çok sık kullanılan ürünlerden biridir. Bulantı kesici özelliği vardır. Yine zencefilden elde edilen bir ara ürün olan 6-Gingerol adlı bitki özütü kemoterapide bulantı kesici olarak karşılaştırmalı olarak kullanılmıştır. Tüm hastalar ikiye ayrılmış ve eş bulantı ilacı verilmiş. Etik olanda budur. Bir gruba ek olarak 10 mg 6-gingerol günde iki kez verilmiştir. 88 hasta çalışmaya alınmıştır. Gingerol alan grupta istatiksel olarak iştah ve bulantı kesme özelliği daha iyi çıkmıştır. Burada her iki grubunda etkinliği kanıtlanmış bulantı kesici tabletleri standart almış olması bize hiçbir grubun mağdur edilmediğini göstermektedir. (Konmun,Med Oncol .2017)

Greyfurt

Onkolojide dikkate edilmesi gereken bir meyve ve meyve suyudur. İlaçların karaciğerden atılım yolunu etkilemektedir. Bu nedenle kemoterapi alanlarda genellikle tavsiyemiz ilk 2-3 gün bu ürünü tüketmemeleridir.

Greyfut, onkolojide ağrı kesici olarak kullanılan oksikodon (oxoycodone) adlı ağrı kesicilerin kan seviyesini istenmeyen düzeylere yükseltmektedir (Nieminen,Br ClinP Tox 2010). Kalp ritim bozukluklarında kullanılan amiodarone adlı ilacın kan seviyesini toksik düzeylere çıkarabilmektedir (Agosti,Am J Em Med.2012)

Sunitinib adlı onkolojide kullanılan ilacın kan seviyesini yine arttırmaktadır (van Erp NP,CCP.2011). Bu da bize istenmeyen yan etkileri beraberinde getirmektedir.

İlginç bir şekilde bir cilt kanseri tipi olan malign melanom riskini arttırmaktadır (Wu,JCO.2015). Bu yazıda narenciye tüketimi (citrus) ile hepsini ele almıştır. 1986-2010 yılları arasında 63,810 kadın ve 41,622 erkek olan sağlık çalışanları her 2 ve 4 yılda bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. 25 yıllık takipte 1840 melanom hastası tespit edilmiş. Narenciye suyu tüketenlerde (ki çoğu greyfurt suyu tüketiyormuş) diğer tüm faktörlerden bağımsız olarak melanom riskini arttırdığı görülmüştür. Çalışmanın mantığı narenciyede bulunan bitkisel psoralen ve furokumarins ürünlerin fotokarsinojenik (güneş ile birlikte kanser yapan demek) olması üzerinden düşünülmüştür. Taze greyfurtta bu oran yüksek, endüstriyel işlenmiş olanlarda bu oran düşük bulunmuştur. Bu oran portakalda daha da az bulunmuştur.

Yine yapılan büyük çaplı önemli bir çalışmada meme kanseri riskini arttırmadığı bulunmuştur. (Spener,Ca Causes Control 2009)

Isırgan

Latince ismi Urtica diocia (Urtica dioica=stinging nettle ve Urtica urens = dwarf nettle)dır.

Dünyada yüzyıllardır alerjik rinitten, hipertansiyona kadar geniş kullanım alanı bulmuştur. (Thornhill, 2000; Legssyer, 2002). Kötü kolestrol, LDL’yi düşürdüğüne dair veriler vardır(Daher, 2006). Türkiye’de ise halk arasında şifa amaçlıyla kullanılan, sevilen bir bitkidir.

Türkiye’de kemoterapi sırasında hastaların %14’ünün bunu kullandığı gösterilmiştir. (S Koçbaşlı, 2017). Pediatrik onkoloji hastaları ise %43 oranında bu ürünü kullandığı tespit edilmiştir. (Y Karalı, 2012).Radyoterapi sırasında alternatif bitki kullananlar ise Türkiye’de %44 civarındadır (MG Aksu; 2008). Özellikle kemoterapi sırasında bitkisel tedaviyi ek olarak tercih eden grubun %51 ile ileri hastalığı olanlar olduğu tespit edilmiştir. (O.Tarhan, 2009)

Isırgan otunun tüm çalışması hücre kültürü veya kemirgenlerde yapılmıştır. Klinik çalışması yoktur. Özellikle Türkiye’de olan ilgi nedeni ile Türkiye’den olan bilimsel çalışmalar literatürde yaygındır.

Isırgan otunun özütünden elde edilen UDME ile yapılan hücre kültür çalşmasında cisplatin verilen farelerde, ilacı yan etkilerini azalttığı gösterilmiştir (H Özkul, 2012 DCT). Yine yapılan başka bir çalışmada karaciğer de önemli bir antioksidan etkiye sahip olduğu yayınlanmıştır (M.Kanter; 2005 WJG). Yani dikkatli okumak gerekirse bu ürün kemoterapinin yan etkisini azaltırken kemoterapinin etkinliğini de azaltabilir. Klinik çalışma olmadan yararını ifade edemeyiz. Antioksidan ilaçların kemoterapi etkinliğini azalttığını biliyoruz.

Isırgan, ilaçların böbrek atılımını hızlandırabilir (E.Crosby;2001)

Isırgan tohumu içerik olarak ise daha çok, iyi huylu prostat büyümesinde küçük karşılaştırmalı çalışmalara dayanılarak önerilmektedir (Chrubasik, Phytomedicine, 2007). 620 hastalık bir çalışmada 6 ay boyunca kullanımında prostata bağlı idrar çıkarma sorunlarını hafiflettiği istatiksel olarak gösterilmiştir (Safarinejad;J Herb P,2005).

Kemoterapi ile birlikte kullanmanın güvenli olduğuna dair elimizde bir kanıt yoktur.

Kahve

Kahve ile ilgili kanser verileri genellikle bilimsel çalışmalarda olumlu yönde seyretmektedir. Kahve tüketimi sadece 4 hafta bile olan insanlarda, kanda antioksidan bir belirteç kabul edilen glutatyon seviyesinin yükseldiği gösterilmiştir (Bakuradze,Mol. Nutr. Food Res. 2011)

Birkaç bardak kahve 1.000’den fazla fitokimyasal ürünü (klorojenik asit, kuinik asit, kafeik asit, ferulik asit, kumarik asit,…) almak demektir. Bu fitokimyasallar (bitkisel kaynaklı kimyasallar) DNA hasarına karşı koruyucu etkileri gösterilmiştir. Meme, prostat, kolon ve rektum, karaciğer kanserine karşı koruyucu etkisi vardır.. (Ludwig 2014 Food & Function; Siv Kjølsrud Bøhn,Mol. Nutr. Food Res. 2013)

Örneğin böbrek kanserinin oluşumunu azaltırken, sürpriz bir şekilde dekafeinli (kafensiz) kahve, kötü bir tür olan berrak hücreli kanser türünü arttırmaktadır. (Antwi, ,Ca Causes Contr 2017). Dekafeinleştirme sürecinde kahve, benzen, kloroform, diklorometane, etil asetate, metilen kloride maruz kaldığı için (Niseteo ,2012,Food Chem; Schapira . St. Martin’s Press, New York 1982) bu da kanser riskini arttırmaktadır.

Yine başka bir çalışmada günde 4 bardak kahve tüketimi eğer sigara içimi ile (30 yıl gibi) olursa foliküler lenfoma dediğimiz bir lenf kanseri türünü arttırmaktadır. (Parodi, Cancer Causes Control .2017)

Yine safra kesesi kanser riskini (Larsson ,JNCI2017) ayrıca melanom riskini de (Caini 2017 IntJ Cancer) kahvenin düşürdüğü gösterilmiştir.

Yine 1993-1996 yılları içerisinde başlatılan, 185.855 kişi üzerinde yapılan takipte (45-75 yaş arası), en az 1 fincan/gün kahve tüketiminin kalp hastalığı, diabet, inme, kanser ve böbrek hastalığına bağlı ölümleri azalttığı istatiksel olarak gösterilmiştir (Yi-Park,Ann Intern Med.2017)

Evre III kolon kanseri olup kahve içenlerde nüks riskinin azaldığı gösterilmiştir, dekafeinli kahvede aynı yarar gösterilmemiştir. (Guernico,JCO.2015)

Akciğer kanseri verileri çelişkilidir, muhtemel sebep sigara ile olan birlikteliğidir.

Hazır, sıcak suyla karıştırılan kahve ile ilgili çalışmalar daha da azdır. Hazır(instant) kahvelerin maruz kaldığı ısı ile kahveyi kahve yapan antioksidan özelliği olan fitokimyasalların kaybolabildiği veya çok azaldığı farelerde karaciğer örneklemesi ile gösterilmiştir. (H.Moria,Journal of Food and Science,2009)

Keten Tohumu (flaxseed=Linum usitatissimum)

Tarihsel kayıtlara,Anadolu’da kullanımının milattan önce 9.000´lere dayandığı görülmektedir (van Zeiste, 1972). Bitkinin evcimleştirilmesi ise milattan önce 7.000 - 4.500´lere dayanmaktadır. (Vai sey-Genser and Morris.2003; Zohary, Hopf.2000). Muhtemel ilk kullanım ürünü ekmek (Stitt, 1994) ve laksatif (Judd, 1995). olarak kullanımdır.

Keten tohumu siyanojenik (siyanüre dönüşen) glikozidler (linamarin, linustatin, lotasutralin,neolinustatin) içermektedir. Bunlar toksik hidrohen siyanidi salgılarlar.

Ticari olarak işlenmesi siyanojenik glikozidlerin miktarının artmasına neden olur.

Bu oran 100 gramda 309 mg’dan 476 mg’a kadar yükseltebilir (Oomah and Mazza, 1998).

Şaşırtıcı olan günlük önerilen doz olan 1-2 çorba kaşığında yaklaşık olarak 5-10 mg hidrojen siyanür içermesidir.Erişkin için günlük toksik doz 50-60 mg’dır. Günlük 30 veya 100 mg’a kadar vücut bunu detoksifiye edebilir. (Roseling.1994; Daun .2003).Günlük 8 kahve fincanı tüketimi ise zehirlenme dozudur.

Literaratürde bilimsel yazıları taradığınız zaman keten tohumu ile ilgili klinik çalışma sayısının çok çok az olduğunu görürsünüz.

Geleneksel olarak laksatif (bağırsak hareketini arttırmak) olarak kullanılır. Omega-3 kaynağıdır. Fitoöstrojen içerdiği için hormon duyarlı meme kanserli hastaların kullanmaması gerekir !!!

A.B.D.’de meme kanserinde kullanılan hormon tableti (tamoksifen,…) alıpta, menapoz semptomları oluştuğu için keten tohumu kullanımının yararı karşılaştırmalı olarak bakılmıştır. Karşılaştırmalı çalışmalar gerçek yararın anlaşılması için gerçek bilimsel metodlardır ve çok değerlidir. Günde 7,5 gram keten tohumu gofret şeklinde verilmiş diğer gruba işe boş ilaç gofreti verilmiştir. 188 hasta ile yapılan bu çalışmada menapozu rahatlatacak hiçbir yarar gösterilememiştir. (Pruthi,Menapose.2012).

Örneğin kemoradyoterapi alan akciğer kanseri olan hastalarda radyoterapiye bağlı akciğer hasarını azalttığı gösterilmiştir. Ama çalışma topla 14 kişi ile yapılmış, yan etkiyi azaltmanın tedavi etkinliğini azaltıp azaltmadığı ile ilgili takip ve bilgi çalışmada verilmemiştir. (Berman ;J Pulm Respir Med. 2013)

Literatürde ilginç bir çalışma var. %10 keten tohumu ile beslenen piliçlerde anlamlı olarak over (yumurtalık kanseri) oluşum riskini düşürdüğü göstermiştir (Ansenberger,Gyn Onc 2010;Eilati Gyn Onc 2013) Yazı gerçekten ilginç bir yazı. Neden Tavuklarda bu kadar yumurtalık kanseri oluyor diye kendime sormadan edemedim. Yazının refere ettiği çalışmalara baktım.

Tavuklarda over (yumurtalık kanseri) oluşumu diğer hayvanlara göre daha sıktır. (Frederickson,1987:Environmental Health Perspectives) Fakat bu yumurtalık kanseri tipi; bizim insan türü için tipik over kanseri değilde, diğer bir yumurtalık kanalı (oviductal=tubakanseri=yumurtalık tüpü) (Goodchild Vet. Rec. 1969 ve Swarbrick Vet.Rec. 1968) kanseri olduğunu anlıyorsunuz. Yani anlatılandan biraz farklı ve tüm yumurtalık kanser türlerini içermiyor. En azından tavuklarda çalıştığını söyleyebiliriz.Unutmayalım,tavuklar memeli ailesinden değildirler.

Keten tohumu ile en en önemli konu, hormona duyarlı meme kanserinde kadınlarda kan östrojen seviyesine etki edip etmediğidir. Soyanın östrojenik ürünler ürettiği biliniyor. Yapılan bir çalışmada soyadan daha fazla idrarda zayıf östrojen metaboliti yaptığı saptanmıştır. (2004,Am J Clin Nutr,Brooks JD). Sonuçta hormona duyarlı meme kanserinde kullanılmamalıdır!!!!

Köpek Balığı Kıkırdağı (Shark Cartilage)

Halk arasındaki inanış, köpek balıkların iskelet yapısının çoğu kıkırdaktan yapıldığı için kansere yakalanmadığı ile ilgili yanlış bilgiden kaynaklanır. Halbuki uzun yıllardır bilinen gerçek köpek balıklarında da kanser olduğudur (Wellings,Natl Cancer Inst Monogr.1969; Finkelstein, JNCI.2005).

Ayrıca inanılan diğer bilgi, kıkırdak içindeki kondroitin sülfatın kanserde damarlanmayı engellediği düşünülürken ve laboratuvar çalışmalarındaki olumlu izlenimler hiçbir klinik çalışmaya kanserde olumlu yansıyamamıştır. Ayrıca çok ciddi bir sorun, ağızdan alındığında mide asidi ile parçalandığıdır. (Gonzales,Biol.pharm.Bull 2001)

1999 yılında yapılan küçük bir klinik çalışmada (berbari AE-941, sıvılaştırılmış köpek balığı kıkırdağı ürünüdür. Evre III akciğer kanserli hastalarda karşılaştırılmalı 379 hastalık çalışmada, AE-941 alan ve almayan karşılaştırılmıştır. Ömre hiçbir katkısı olmadığı gösterilmiştir (Lu,JNCI.2010) Bu çalışma literatürde kanserle ilgili ciddi yapılmış tek çalışmadır. Yarar sağlamamıştır.

Lentinan

Japonya da sevilen ve kullanılan özellikle mide kanseri cerrahisi sonrası tercih edilen bir bitkidir. Lentinan, saf beta-1,3 glukan olarak immun sistemi aktive etmektedir.

Mide cerrahisi sonrası kemoterapiyi eşit alan iki gruptan birisine ek olarak Lentinan verilmiş. Sonuçlar lentinan grubunda daha kötü çıkmıştır. (Yoshino,Eur J Cancer 2016).

Bu çalışma şu açıdan önemlidir. Lentinan ile ilgili daha önceki çalışmalara bakıldığında

  • Fare sarkoma kanserini hücre kültünde baskılamış (Chihara Nature 1969)
  • T-hücresi adlı bağışıklı sistemini aktive etmiş (Hamuro,Immunology.1980
  • Sindirim sitemi kanserinde hücre kültüründe etkili bulunmuş (2000,Yoshino)
  • Hasta bazlı bilgiler alındığında mide kanserinde etkili bulunmuş (Oba,AntiCancer Res 2009)
  • Mide Faz II çalışmada 51 hastada etkin bile bulunulmuş (Sakata Eur J Cancer 1998)

….ama iş, gerçek hipotezi koyup tam karşılaştırmalı bir gerçek çalışma yaptığınızda ve her iki kolda eşit kemoterapi alıp bir grup tıbbi etik olarak ilaçsız bırakmadığınız da sorunun yanıtını alabiliyorsunuz. Sonuç, negatifi bırakın, lentinan kullandığınızda var olan tedaviden fayda görmeyi bırakın, bir de bir miktar kötü çıkmış.

Böylece birçok soru, kanıta dayalı olarak ortadan kalmış oluyor.

Likopen (Lycopene)

Meyve, sebze ve yeşil bitkilerde bolca bulunur. En çok domates, kavun, kayısı, pembe greyfurt ve papaya da bulunur (Food Research International. 1999). Domatesin yan ürünlerinden çorbası, domates suyu, ketçap da yoğunluk olarak daha çoktur. Pişmiş olarak almak kan seviyesine daha fazla artırır (Stahl and Sies, 1992). Ülke olarak şanslıyız demek ki. Kimyasal yapısı A vitaminine benzer ama A vitamini etkisine sahip değildir.

İlginç bir çalışmada 3 tane sigara içimi sonrası kandaki güçlü antioksidan olan likopen seviyesinin %40 anında düştüğünü göstermiştir (Handelman,Am J Clin Nutr 1996).

Likopen insanların organlarında en çok testis sonra da böbrek üstü bezlerinde en çok birikir (AV Rao Nutr Cancer 1999).

Domates olarak tüketimin sindim sistemi kanseri oluşum sıklığını azalttığı gösterilmiştir (Franceshi,Int J Cancer.1994)

Artmış serum likopen seviyesinin, rektum, meme, serviks kanseri, kolon kanserini, akciğer kanserini azalttığı gösterilmiştir (Giovannucci 1995,1999,2002 J. Natl. Cancer Inst.).

Literatürde en çok prostat kanserinde çalışıldığı görülüyor. Prostat kanseri oluşumunu azalttığı hemen her literatürde onaylanıyor (Mariani,Int J Mol Sci. 2014)

Domates çorbası kullanılarak yapılan karşılaştırmalı çalışmada (30 mg/gün likopen alacak şekilde) 3 hafta içinde metastaz yapmamış prostat kanserli hastalarda PSA kan değerlerini düşürdüğü gözlenmiştir. (Paur, Clin Nutr. 2017), diğer bir ciddi bilimsel metodoloji ile yapılmış çalışmada ise etki etmediği gösterilmiştir. (Jatoi,Urology. 2007)

Hindistan’da beyin tümörlerinde karşılaştırmalı 8mg/gün Likopen tablet verilmiş. Alan ve almayan arasında herhangi bir yanıt farkı gözlenmemiş. ( Puri,Neurol India. 2010)

Sonuçta bir bitkisel ürün günlük düzenli dozlarda alındığında kanserden korunma yaratabiliyor ama kanser tedavisinde aynı başarıyı göstermeyebiliyor.

Limonin

Limon ve narenciye çekirdeklerinde bulunan acılık veren bir kimyasaldır.

Değişik biyolojik aktiviteleri vardır. Anti-inflamatuar, hipnotik, antiviral, ağrı kesici ve sedasyon (rahatlatıcı) yapabilmektedir. Uykuyu düzenlemekte, beyin kan akımını arttırabilmektedir. Böceklere karşı etkili olduğunu gösteren çalışmalar vardır.

Kan glutatyon (anti-oksidan) seviyesini arttırmaktadır.

Klinik bir çalışmada kanserojen olan benzopirene (yapıştırıcılarda bulunan )karşı koruyuculuğu test edilmiştir. Çalışmada iki ayrı limonoid(limonin ve nomilin) kullanılmıştır. İlginç bir şekilde limonin etkisi çok zayıf ama nomilin ise kuvvetli koruyucu etkide çıkmıştır. (Lam,Nutr Cancer.1989)

Farelerde kalın bağırsak poliplerini azalttığı gösterilmiştir (Shimizu,.2015,Chidambara,2011)

Kanserde kullanılan kemoterapötik ilaçların hücre zarına girmesine engel olan P-glikoprotein adlı bir molekül vardır. Limonin hücre deneylerinde bu proteini bloke ederek kemoterapinin etkinliği artabilir savı ortaya konmaktadır (El-Readi EJP.2010

Meme kanserinde ise olumlu ve olumsuz çelişkili bilgiler vardır. (Kim,2013;Somasundaram,2012)

Klinikte denenmiş insan çalışması yoktur. İnsanlardaki doz bilinmemektedir. Günlük olarak yenilen narenciye ile tedavi etkinliğine ulaşmak imkansızdır.

Tedavi amaçlı kullanılmamalıdır.

Mantarlar

Reishi mantarı (Ganoderma lucidum) ilgili çok kapsamlı bir derlemede yapılan tüm çalışmalar bilimsel olarak değerlendirilmiş ve şu sonuca varılmıştır. Çalışmaların çoğu metodolojik olarak etkinliği kanıtlama da zayıftır ama kemoterapi ve radyoterapi ile birlikte kullanıldığında tümör geriletmesi sağlayabileceği( istatiksel olarak anlamlı P = 0.02). Ama tek başına kullanmanın yararlı olmadığını, konak (insan) immun sistemi hücrelerini (CD3;CD4;CD8) aktive ettiği, dört çalışmada da yaşam kalitesini arttırdığını göstermiştir. Bulantı ve uykusuzluk yapabilmektedir. En önemlisi kan sayımında ve karaciğer testlerinde bir olumsuzluk yaşanmamıştır. (Jin X; Cochrane Database Syst Rev. 2012)

Shiitake Mushroom (Lentinula edodes) ise kemoterapi ile kullanıldığında cilt döküntüleri yapabilmektedir (H Goto,2017)

Ozon Tedavisi

Ozon, normalde 3 atomlu oksijen (O3) olarak gaz halinde bulunur. Gezegenimizin atmosferik katları içerisinde stratosferde bulunarak güneşin zararlı ultraviyole ışınlarından bizi korur. Ayrıca nitrojenle birleşip nitrojen dioksit yaratarak hava kirliliği yaratan bir üründür. Medikal cihazlarla üretilebilmekte ve

  • diş çekimi sonrası ağrı gidermek için jel olarak;
  • akustik travma ile zarar gören iç kulak yolu onarımı için
  • koroner stentlerin restenozunu engellemek için;
  • Metisiline dirençli Stafilokokus Aureus infeksiyonunda antibiotikle beraber sadece mediastinitis tedavisinde kullanılabilmektedir.
Narenciyedeki pestisidlerin (Kuşvuran,2012) ve zeytindeki pestisidlerin arındırılmasında (Kırış,2016) ozonlu su etkili bulunmuştur.

Diğer bir yaklaşım, tekstil atık suyunun atım öncesi ön uygulamasında kullanılmaktadır. Zararları ise, başka kimyasal maddelerle olan reaksiyonu ile formaldehit gibi toksik maddeler üretebilmektedir. Ev ortamında bulunduğunda zemin parkeleri, halılar ile tehlikeli kimyasallar üretebilmektedir.(Swanson,StatPearls 2017) Dünyanın birçok ülkesinde, içme sularının sterilizasyonunda ve şişe su üretimi yapan firmaların tamamında ozon kullanılmaktadır.

Ozon tedavisi özellikle vücudumuzda yağlarla (lipid) etkileşime girdiğinde orta derecede oksidatif stress yaratabilmektedir. Diğer bir deyişle organik maddeleri oksitleme özelliğine sahiptir. (Smith,Med Gas Res.2017)

Oksijen metabolizmasının arttırılarak özellikle parazit virüs, bakteri, maya, mantar enfeksiyonlarında, diş çürüğü tedavilerinde tercih edilmektedir. Eritrositlerden (alyuvarlar) dokulara O2 bırakılmasını arttırmaktadır. (Elvis,Ekta;J Nat S Biol Med 2011)

İmmun sistemi aktivasyonu ise 30 and 55 μg/cc verilmesi sonrası interferon, tümör nekrozis faktör ve interlökin-2 salgısını arttırarak yapar. Bu şekilde immun sistemi harekete geçirir ama akciğerler ozona maruz kaldığında vital kapasitesi azalmaktadır. (Viebahn-Hansler,2003 Munich).

1980-2017 yılları arasında tüm tıbbi literatür tarandığında kardiyovasküler hastalıkta, diabetik ayak ülserlerinde, periferik arter hastalıklarında ortopedik, gastrointestinal, genitoüriner de radyasyona bağlı sistitler de rahatsızlıklarda kullanıldığı görülür. Onkolojik kullanım ile ilgili bir kullanım öngörülmemiştir. (Smith,Med Gas Res.2017) Literatürde ayrıca onkoloji ile ilgili hiç karşılaştırmalı çalışmada yoktur.

Metotreksata (kemoterapik ilaç) bağlı bağırsak hasarını azalttığı sıçanlarda gösterilmiştir (V Kesik,2009)

Velio Bocci (Dordrecht: Springer, 2005) adlı araştırıcı metastatik kanserli 58 hastayı ozonlu otohemoterapi (kanın ozonla yıkanması) 6 ay yaparak tedavi ettiğini, yaşam kalitesini düzelttiğini ama hastalığın ilerlemesini durdurmadığını yazmıştır. Çalışma hiçbir zaman makale olarak yayınlanmamış ve karşılaştırmalı değildir ayrıca onkolog değildir. Bu nedenle dikkate alınması mümkün değildir .

Clavo, Prostat radyoterapisi sonrası rektum kanamalarını azalttığını göstermiştir (Mahler ,Adv ExpMod Bilo 2017)

Cisplatine bağlı kulak toksisitesini azaltmasına rağmen istatiksel olarak fark gösterilmemiştir. (HE Koçak,Eur Arc Otorhino 2016)

Liu, (Cochrane 2015) derleme çalışmada 212 kişiyi içine alan toplam 3 çalışma incelemiş ve diabetik ülsere iyi gelebileceğine dair herhangi bir bilimsel metod olmadığını görmüştür.

Ozonun, IL-33 kan seviyesini arttırdığı ve bu protein aracılığı ile astım, gıda alerjisini tetiklediğini bilinmektedir. (Rothenberg ,J Allergy Clin Immun.2017;Yang 2016)

Ozonun, onkolojide tedavi olarak kullanımını destekleyen hiçbir bilgi yoktur. Kemoterapötik ilaçların etkinliğini azaltıp, azaltmadığını gösteren bir bilgi yoktur. Sadece, özellikle radyoterapi sonrası uzun dönem iyileşmeyen yan etkilerin tedavisi için yeterli olmayan bir literatür birikimi vardır.

Palm Yağı (Palmiye Yağı)

Dünya gıda endüstrisinde sık kullanılan ve sevilen bir üründür. Dünya kullanım hacmine bakıldığında USDA (A.B.D.TarımBakanlığı) 2006 yılı için Palmiye yağı üretimini dünyada 34 milyon metre küp olarak hesaplamıştır. Soya yağı 33 milyon metre küp,Hindistan cevizi yağı 3,27 milyon metreküptür. (Chow, Fatty Acid in Foods 2008)

Palm (hurma) yağı iki türlü elde edilir:

  • Palm kernel yağı, yani çekirdekten elde edilir.
  • Ham palmiye yağı denilen,kırmızı palmiye yağıdır.
Triaçil gliserol ve Vitamin E, fitoestrol (bitkisel östrojen) den zengindir. Palmitik asit, kırmızı palmiye yağında %44 oranında bulunurken, kernel yağda %8 oranında bulunur. (Mancini,Molecules.2015). Tartışılan kısım ise 16 karbonlu palmitik asit olan kısımdır.

Palmiye yağı, fırınlanmış gıdalar, şekerler, çikolata, kurabiyeler, peynir bazlı cipsler, krakerler, donmuş gıdalar, dondurmalar, mikrodalga mısır patlağı, çorbalar, günlük olmayan kremalar gibi sayısız üründe vardır. Az önce söylediğimiz gibi gıda endüstrisinin en sevdiği yağdır.

Tartışmanın başladığı nokta palmiye yağında bulunan palmitik asidin uzun dönemde yan etkileri var mı dır?

Biyokimya da ki gelişmeler arttıkça organlarımızdaki, hücre zarlarımız da ki değişiklikleri çok daha yakından izleyebiliyoruz. Vücut yağlarını, alyuvar zarını artık hangi yediğimiz hangi yağ ile oluştuğunu izleyebiliyoruz. Örneğin, palmitik asit 16 karbonlu doymuş bir yağdır ve yapılan bir meta-analizde (çoklu ortak çalışma) 2.031 meme kanserli hasta ile 2.334 normal insanların tükettiği yağa içerik olarak bakıldığında doymuş yağ tüketenlerde meme kanseri riskininin artmadığı (tereyağ alınabilir demek), omega-3 ve zeytinyağı tüketiminde yine artmadığı ama palmitik asit tüketiminde yeni meme kanseri olgusun arttığı görülmüştür. (Saadatian-Elahi M,Int J Cancer. 2004)

Başka bir çalışma örneği verecek olursak (Thiebaut, J Natl Can Inst.2007.), 1995-1996 yılları arasında ortalama 4.4 yıl takip edilen 188.736 kadına 124 yiyecek çeşidi ile doldurması gereken anket yapılmış ve hastalar ileriye yönelik izlenmiştir (Çok değerli bir çalışma metodur). Toplamda 3.501 yeni meme kanseri oluşmuş. Diyetle alınan toplam(total)yağ asidi meme kanseri artışı ile doğrudan orantılı bulunmuş. Makale dikkatli incelendiğinde doymuş yağ kaynağı olarak tereyağı (Amerika’da biraz farklıdır ve margarine yakındır), margarin (15.7%), süt (9.6%), sığır eti(8.5%), kümes hayvanı eti(5.3%), ve peynir (5.1%) olarak sınıflamıştır. Anket sorularında Sebze kaynaklı tüketilen yağda ise çoklu doymamış yağ asidi olarak sebze yapından yapılan tereyağı(20.4%), ve margarin(13.3%), ve mayonez (10.5%) yüzde olarak hesaplanmıştır. Sebze kaynaklı yağlarda dikkat ederseniz zeytin yağını göremiyoruz. Makale doymuş yağ ile kanser araşın da bir ilişki saptanmış ama ayrıntıya bakıldığında Türk tipi beslenmeye uymayan bir gıda alımı vardır. Şimdi buna bakarak, doymuş yağlar böyledir diyemiyoruz.

Bu makaleden palmitik asit ile ilgili kısmı margarine grubunu dahil etmek gerekiyor ama ne yazık ki bu özellikle yazıda belirtilmemiştir. ABD’de tüketilen yağın kalitesi hem tereyağ kalitesi açısından hem de zeytinyağının günlük tüketimi açısından çok az olduğu görülüyor ve bu da kansere yol açabiliyor. Örneğin margarini sebze kaynaklı yağa dahil edilmesi çok ilginç. Sebze kaynaklı yağ genellikle sıvıdır ve margarin haline gelmesi için kimyasal ekleme yapılmaktadır. Makale yine de buna ait ayrıntılı bilgi verilmemektedir.

Ülkemizde palm yağı kullanımı özellikle sabah kahvaltı da kullanılan çikolatalı krema ile ilgili alevlenmiştir. Bu konuda dünya’da da bazı kaygıların arttığı gazetelerden görülmüştür. İtalyan kökenli bir bilimsel makale bu konudaki kaygıları yatıştırmak için 2017 yılında (Marangoni,Int J Food Sci and Nut.2017) İtalya Beslenme Vakfı çoklu bilim insanları ile ortak bir makale yayınlamıştır.Kaygıları gidermek için yazılan bu makalede kanseri arttırdığına veya etki etmediğine dair herhangi bir olumlu ve olumsuz bir bilgiye değinilmemiştir.

Pc-Spes

Onkolojide ki en ilginç çalışmalardan biridir. PC-SPES prostat kanserinde ABD’de kullanılan bir bitki karışımıdır (Ganoderma lucidum, Scutellaria baicalensis, Rabdosia rubescens, Isatis indigotica, Dendranthema morifolium, Seronoa repens (saw palmetto), Panax pseudoginseng, and Glycyrrhiza uralensis)

Faz II karşılaştırmalı çalışma ile bir grup prostat kanserli hastaya dietilstil bestrol (DES ;42 hasta), diğer gruba PC-SPES (43 hasta)adlı 320 mg kapsülden 3 tane /gün bitki karışımı verilmiş. Çalışma erken kapatılmış .Nedeni kimyasal incelemede PC-SPES örneklerinde bir standartın olmadığı ve bazılarının bitkisel östrojen içerdiği görülmüş. Sonuçların yanıltıcı olacağı nedeni ile (çünkü iki grup eş tedavi almamış oluyor) çalışma erken kapatılmış ve bu şekliyle bilimsel olarak eksiklikleri ile sunulmuştur. Yani PC-SPES adlı bitki karışımının yararı bitkisel östrojenden geliyor denebilir. Bir ilaç firması gibi standart tablet oluşturulamamış. (Oh,J Clin Oncol.2004)

Pestisit, Herbisitler ve Glifosat

Pestisit, tarımda kullanılan böcek ve/veya yabani bitki ilaçlaması için kullanılan kimyasallara verilen genel addır. Uzun süreli, ileriye yönelik takipli araştırma sayısı azdır. Değerli çalışmaların biri olan bir yazıda 180.000 kişi katılımı ile, 2005-2007 arası kanser tanısı almış ve 2011 yılına kadar izlenmiş AGRICAN çalışması önemlidir. Takipte 11.067 kişi kanser olmuş. Kişilerin cinsiyet, çiftlikte çalışma süresi, iş süresi ve pestisit kullanımı ile bağlantısına bakılmıştır. Pestisit kullanan kadın ve erkeklerde multiple myelom (kemik iliği kanseri) daha yüksek bulunmuştur. (Lemarchand,Cancer Epidemiol.2017)

Yine kapsamlı bir çalışmada anne karnında pestisit kullanan tarım işçileri veya bir şekilde ürünle karşılaşanlar da, çocukluk çağı lösemisinde artış olduğu savları kuvvetlenmiştir. (Van Maele-Fabry,Cancer Causes Control.2010)

Organofosfatlar, sık kullanılan pestisitlerden biridir. Yine bir diğer çalışma da 1993-1997 yılları arasında 10 çeşit organofosfat kullandığı ve maruz kaldığı bilinen kadınlar anket çalışmasına alınmış. 15 yıllık takip sonuçları elde edilmiştir. 30.003 kadından %25,9’u organofosfat kullanmış ve 718 kadın ise organofosfata doğrudan maruz kalmıştır. Organofosfat kullanımı ile meme kanseri riski artmış. Malation kullananlarda troid kanser riski artmıştır. Diazinon kullananlarda ise over (yumurtalık) kanseri ve multiple myelom görülme sıklığı artmış (Lerro,Occup Environ Med.2015).

Yine diğer organofosfatlardan terbufos, fonofos ve malation kullananlarda agresif prostat kanser görülme sıklığı arttırdığı gösterilmiştir. (Koutros,Am J Epidem .2013)

Ayrıntılı olarak pestisitleri inceleyen bir derleme, pestisit ile lösemiler, lenfoma, beyin tümörü, pankreas kanseri, akciğer kanseri, kolorektal kanser riski artmıştır. Bunların çoğunu herbisid (bitki öldürücüler), fungusidler (mantar öldürücüler) ve dezenfektan maddeler geliyor (Moustafalou, Arch Toxicol.2016)

A.B.D. kökenli, şimdi Alman firması olan Monsanto şirketi, ürettiği herbisit maddesi olan glifosat maddesi yüzünden lenf kanserine yakalandığını söyleyen DeWayne Johnson'a Ağustos 2018’de sonuçlanan davada jüri kişiye 289 milyon Dolar tazminat ödemeye mahkum edildi. Konuya biraz ayrıntılı bakarsak şunları söyleyebiliriz.

Glifosfat bir herbesittir ama görünen o ki pestisitler biraz daha fazla zararlıdır.

Glifosat, tarımda kullanılan birçok organofosfattan biridir ve yabani bitkileri öldürmek için kullanılır. Glifosat kökenli herbisitler A.B.D.'de ve Dünya'da 1970'den beri kullanılmakta, her yıl artmaktadır (Grube,2011)

2007'de A.B.D.'de ekili ürünlerde 81,5 milyon ton glifosat kullanılırken bu oran 2014'te 122 milyon tona ulaşmıştır. (Benbrook 2016). Soyanın %93'ü, mısırın %85'i bu ürünlere maruz bırakılmıştır. (Fernandez-Cornejo . 2014)

Glifosfat idrar da tespit edilebilmektedir (Krüger,2014). Bağırsak florasını da kötü yönde değiştirmektedir.

IARC(International Agency for Research on Cancer), artık glifosfatı kategori 2A (muhtemel kanserojen) kabul ettiğini yeni makalesinde belirtmiştir. 28.06.2018:Davoren and Schiestl.Carcinogenesis)

Makale toplam 4 çalışmaya dayanarak Non Hodgkin Lenfoma riskini arttırdığını ortaya koymuştur. (De Roos, 2005; Eriksson, 2008; Fritschi, 2015; Karunanayake ,2012).

Propolis

Propolis ,arıların kendileri için ürettiği ve kovanın yalıtımında tamirinde kullandıkları mumsu, kahverengi reçine gibi bir maddedir (MerriamWebster). Arı sütü değildir.

Kanserle ilgili klinik çalışmaları yok denecek kadar azdır.

Baş-boyun kanseri olan, radyoterapi alan toplam 40 hasta ile yapılan karşılaştırmalı çalışmada ağız içi propolis çalkalamak ile yaralarda azalma olduğu tespit edilmiştir. (Karbassi,IrJCMed.2016)

Yine toplam 20 hastalık baş-boyun kanserli hastada 15 ml suyla, günde 3 kez ağız çalkalaması ile, çok az sayıda ağız içi yaralara etki ettiği gösterilmiştir. (Bolouri,Int J Cancer Manag. 2015)

Kalın bağırsak poliplerini önlemek için yapılan karşılaştırmalı çalışma da Brezilya propolisi kullanılmıştır. Doz olarak 165 μmol artepillin C and 150 μmol polifenoller, 3 ay kullanım ile sürpriz bir yan etki çıkmış ve kalp kaslarında zayıflama kan testlerinde ispatlanmıştır. Kolon polip oluşumunu da engellememiştir. (Ishikawa,J Am Coll Nutr.2012)

Çocuklarda yapılan bir diğer çalışmada 50 mg/ml içeren propolis ürünü bire bir karşılatırmalı olarak kış boyunca 12 hafta verilmiş ve üst solunum yolu enfeksiyon sayısı ve grip iyileşme sürecini istatiksel olarak anlamlı derecede olumlu etkilemiştir (Cohen,Arch Ped Adol Med.2004)

Ağız içindeki diş eti iltihaplarında, karşılaştırmalı çalışma da etkili bulunmuştur (Netto,Braz Dent Sci.2014)

Sonuçta doğrudan kanser tedavisine katkı verdiğini söyleyen herhangi bir çalışma yoktur.

Rikkunshito

(Atractylodis lanceae rhizoma, Ginseng radix, Pinelliae tuber, Hoelen, Zizyphi fructus, Aurantii nobilis pericarpium, Glycyrrhizae radix, and Zingiberis rhizome karışımı)

Japon’yada sindirim sistemi hazımsızlığı ve iştahsızlığı için sık kullanılan ve sevilen bir bitki karışımıdır.

Rahim ağzı kanserlerinde kemoterapinin yanında karşılaştırmalı çalışmada (randomize olarak yani çok düzgün bir çalışma metodu)Japonya’dan yayınlanmıştır. Her iki hasta grubu standart kemoterapi, ve standart kuvvetli bulantı kesici ilaçları kullanmıştır. İşte çalışma bu şekilde olmalıdır. Tedaviye aldığınız bir grubu mağdur etmemiş oluyorsunuz. Böyle bir çalışmada etkinliğiniz kanıtlarsanız uzman hekimleri bir rahatlıkla ikna edersiniz.

Diğer grup 1.ve 13.günler arasında Rikkunshito kullanmış ve diğer gruba göre istatiksel anlamlı olumlu, hasta lehine fark yaratmıştır. Hem bulantı azalmış hemde iştah artmıştır. Çalışma Japon sağlık bakanlığı tarafından desteklenmiştir. Uzun vadede bu çalışmanın diğer sonuçlarını da beklemek gerekir ama çalışma bilimsel standartta yapılmış ve iyi bir dergide yayınlanmıştır. (Ohnishi,J Gynecol Oncol. 2017)

Süt

Süt ile ilgili televizyonlarda gazetelerde bilenin, bilmeyenin yaptığı yorumlar var ve ne yazık ki bunların çoğu şehir efsanelerine dayanmaktadır. Bu konuda bilimsel çalışmalar ise biraz daha farklı bir yönde seyrediyor.

İnek sütünün öncelikle faydalarını anlatmak gerekir. İnek sütü protein ve kalsiyum açısından zengin ve ekonomik olarak ucuzdur. Doymuş yağ içeriğine rağmen kardiyovasküler hastalığı arttırmadığı görülmüştür. Süt, muhtemelen kolon ve rektum kanser riskini azaltırken, prostat kanserini arttırdığına ait veriler yetersizdir. (Turck, World Rev Nutr Diet.2013)

İnek sütü ile ilgili çalışmalarda, ineklerin beslenmesine bağlı olarak sütün içeriği değişmektedir. Özellikle kadınlık hormonu dediğimiz ‘’östrojen’’ adlı hormon, bitkilerden elde edilen fitoöstrojenler ile kimyasal benzerlik göstermektedir.

Soyadan beslenen ineklerin sütünde equol denen fitoöstrojenler (bitkisel östrojen) içeriği bulunmakta ve sütün içeriğini değişebilmektedir. Sütteki fitoöstrojenler ineğin beslenme biçimine göre seviyesi 10 kat artabilmektedir. Bunun da meme tümörünü gelişimini arttırabileceği öngörülmektedir. (Nielsen, Cancer Epidemiology.2009).

Diğer bir çalışma sıçanlarda yapılmış olup böyle bir katkı gösterilmiştir. (Skau , Cancer Prev Res.2011)

Finlandiya’da ise ilginç bir çalışmada ise organik sütlerde, inek yemi olarak yüksek oranda kızılyonca kullanıldığı için yüksek fitoöstojen tespit edilmiştir. Kızılyoncada bulunan formononetin, sığırda equol (zayıf östrojen)‘e dönüşmektedir. Ayrıca Fransa´da ki değerler göre, Finlandiya da ki sütlerde fitoöstrojen oranı yüksek bulunmuştur. (Hoikkala, Mol. Nutr. Food Res. 2007) Bu da sığır yemlerinin sütün içeriğini nasıl değiştirdiğini göstermektedir.

Yapılan bir çalışmada inek sütü tüketimi (240 ml/gün) kadınlarda meme kanserini istatiksel olarak arttırdığını (p = 0.008) yayınlamıştır. Bu çalışmada toplam hasta sayısı kontrol grubu dahil 201 yani çok düşüktür ve inek sütünün kimyasal içeriği, ineklerin beslenme biçimi ile ilgili bir yorum yapılmamıştır. (Salazar, Breast Care .2015) Bu sayı ile bu karara varmak yeterli değildir. Bir başka çalışma ise 38 ülkeden elde edilen bilgiler toplandığında tek başına sütün arttırmadığını belirtmektedir (Zhang,Nutr Cancer.2005).

Süt ile ilgili en önemli ortak nokta, fitoöstrojen (bitkisel östrojen) miktarı üzerinden katkıda bulunabileceği yorumları vardır. Yukarıda da değindiğimiz gibi ineğin beslenme biçimine göre bu çok değişmektedir.

TJ-14 Hangeshashinto

Kemoterapi alan 93 kolon kanseri hastaya, kemoterapiye bağlı ağız içi yaraları (mukozit) azaltmak için TJ-14 bitkisi verilmiş. Diğer gruba verilmemiştir. Herhangi bir fayda sağlamamıştır. Çalışma metodu bize doğru yapıldığını ve yararı olmadığını göstermiştir. (Matsuda,Cancer Chemo Pharm.2015)

Vidatox 30 CH (Mavi Akrep Zehiri)

Karaciğer kanserini (HCC) büyüttüğü deneysel olarak kanıtlanmıştır (Giovannini, Sci Rep;2017). Ayrıca sorafenib (karaciğer kanseri ilacı) ile birlikte verildiğinde ek katkı yine gösterilememiştir. HCC’nin büyümesini artıran sitokinleri (TNF,VEGFR2) de arttırmaktadır.

Vidatox, Junceus Rhopalurus adlı akrepten elde edilen bir serumdur. 2011 yılında Küba’dan yapılan basın açıklaması ile dünyaya duyurulmuştur.

2013 yılında (Diaz-GArcia J Venom R;2013 Küba) yayınlarında bir çok tümör hücre kültüründe antikanserojen olduğu iddia edilmiştir. İlacın ilk ismi Escozul (Labiofam) olarak geçer. Daha sonra ürün kimyasal işlemden geçirilip 5 tane peptid çıkarılmış ve homeopatik forma dönüştürülüp adı ise Vidatox olarak adlandırılmıştır.

Memeli hayvanlar için toksik olmadığı, özellikle böcekler için toksik olduğu gösterilmiştir. (Garcia-Gomez Toxicon 2011). Mide ülseri yaparak, mide delinmesi yaptığı bir olgu sunumu olarak yayınlanmıştır (Radojkovic,Ulus Travma Acil Cerrahi Derg 2016).

Kanserde etkili olduğuna dair en ufak bir çalışma ve güvenlik verisi söz konusu değildir.

Kullanılması bu nedenle tavsiye edilemez.

Vitamin C

Yüksek doz vitamin C, sık sorulan ve yararına inanılan önemli bir vitamindir. 1950’li yıllar kimya sanayide dünyada ilaçtan ziyade vitamin kimyasallarının seri olarak üretildiği yıllardır. 50-60 yılın birikimi olarak bu konuda yalan yanlış biriken bilgiler insanları etkilemiştir. Biraz ilaç yokluğundan faydalanılmış, aradan sıyrılarak ünlenmiş kimyasallardır. 1970’lere gelindiğinde hücre kültürü kanser çalışmaları başlamıştır.

Yine ilginç bir nokta C vitamini olan L-ascorbic asidin kimyasal olarak şekere benzemesi ama enerji olarak bunu kullanamaması, insanlarda bunun yararlı olabileceği umudu yaratmıştır. Örneğin şekeri kullanmak isteyen tümör, bunun yerine C vitamini benzer diye kendi içine alacak ve enerji olarak kullanılamayacağı için ölüme sebebiyet verecektir.

Vücuttaki ana görevi bağ dokusu (kollajen) oluşumunu sağlamaktır. Bitkiler ve hayvanların bir kısmı üretebilmektedir ama insan bunu dışarıdan almak zorundadır. Diğer bir açıdan bakarsanız tümörü oluşturan insan vücudu normalde C vitamini üretememektedir.

Bilim dünyası da bu konu ile ilgili ciddi klinik çalışmalar yapmıştır.

Karşılaştırmalı bir çalışmada 60 hasta 10 gr/gün C vitamini, 63 hasta yalancı hap (plasebo) almıştır. Her iki grup arasında yaş, cinsiyet, tümör durumu eşit olarak dağıtılmıştır. Sonuç, hiçbir yarar çıkmamıştır. (Creagan,NEJM.1979)

Diğer bir karşılaştırmalı çalışmada, aynı grup bu sefer C vitaminin çift kör verilmiş (yani ilacı alan C vitamini alıp almadığını bilmiyor, psikolojik olarak bile etkilemesin diye) ve hiçbir olumlu yanıt elde edilememiştir. Ayrıca 130 mg/gün alındığında böbrek taşı ihtimali artmaktadır. (Moertel,NEJM.1985)

C vitamini kanserin tedavisinde ve önlenmesinde kullanılmamalıdır. Kanıtlar yeterlidir.

Zencefil

Zencefil bulantı kesici özelliği nedeniyle kemoterapide hep önerilen bir bitkidir. Karşılaştırmalı bir çalışmada 121 hasta zencefil, diğer 123 hasta kemoterapi görürken plasebo almıştır. Ama standart bulantı kesici ilaç her iki gruba standart olarak verilmiştir. Sonuç mu? Yarar yok. Soru yanıtlanmıştır. İstatiksel bir fark yok. (Bossi,Ann Oncol.2017)

Zerdeçal (Curcuma longa= Turmeric)

Zerdeçal diğer adıyla turmerik çok geniş alanda, antioksidan, antiparazitik, antimikrobial, antimalarial, anti-inflamatuar, gibi çeşitli alanlarda kullanılan yaygın bir bitkidir. Farmakolojik etkisi iki ayrı kimyasala bağlıdır.

  • demetoksi curcumin
  • bis-demetoksi curcumin. (Amalraj,J T Compl Med. 2016)

Ortalama bir Hindistan yemeğinde 2-2,5 gr turmerik(60 kg biri için) alır ve bu da 60-100 mg/gün curcumin alımı demektir. (Mahmood,Int J Biol Macromol .2015)

Kanser üzerine yapılan tüm çalışmaların hemen hemen hepsi hücre kültür seviyesindedir. Klinik çalışma neredeyse çok azdır (Amalraj 2016). Bu da bize rahatlıkla kullanılabilir güvencesi vermemelidir.

Örneğin bir başka makalede curcuminin böbrek toksisitesi yapan cisplatin adlı ilacın toksisitesini azaltabildiğini yazmıştır. Yazıda gerçek hastalarda denemiş, karşılaştırmalı hiçbir çalışma yapılmamıştır (Rezaee,Pharmacol Res.2017). Böyle bir çalışmada en büyük korkumuz hekim olarak yan etkiyi azalttığında acaba etkinlikte azalma oluyor mu diye endişe eder ve klinikte gerçekten de radyolojik tümör çaplarında düşme var mı diye bakarız.

Kemoterapinin yanında vermek yararlı olup olmayacağı karşılaştırmalı tek çalışma planlanmış ve sonuçları daha açıklanmamıştır. (Irving, Trials. 2015)

Mikoides fungoides denilen bir cilt lenfomasında curcumin tableti alan hastanın tümörü %50 küçülmüş, karın ağrısı nedeni ile çoğu tableti bırakmış ve sonunda etkin bir tedavi olan radyoterapi uygulandığına dair tek olguluk bir makale vardır. (Kim,Dermatol Ther 2017). Tek olgu ile yine hastalara bu yaklaşımı yapmamamız gerekiyor. Karın ağrısı neden ile bırakılan bu ilaç bir başka makalede (Yao,Int J Clin Exp Pathol .2013) kemoterapiye bağlı ince bağırsak rahatsızlıklarında kullanılabileceğini Wistar sıçanlarında(!) göstermiştir. Sonuçta veriler,yeterli güvenirlilikte değildir.

Kan pıhtılaşmasını engellediği ve kanda sulanmaya yol açtığı kanama riski oluşturduğu bilinmektedir (Kim,BMP Rep.2012). Kanama riski nedeni ile zaten birçok kemoterapötik ajanla kullanımı çok çok dikkat ister. Yani kullanmamak gerekir.

Beyin içine kanama riskini arttırdığı gösterilmiştir (King,J Neurosurg.2011)

Curcumin ile ilgili kanser dışı en iyi çalışıldığı nokta eklem kireçlenmesi dediğimiz osteoartritte kullanımıdır (Rahimmia,Drug Res (Stuttg). 2015; Panahi,Phytother Res. 2014).

Radyoterapide cilt yan etkisini azalttığına dair kuvvetli karşılaştırmalı veriler vardır (Ryan,JCO 2012,:Abstract 9027) ama uzun vadede daha öncede söylediğimiz gibi radyoterapi etkinliği de azalıyor mu bilmiyoruz.